Kitap ismi: Ne İdik Ne Olduk
Yazarı: Sâmiha Ayverdi
Baskı tarihi: 1985 (İlk baskı)
Ey Muhammed Ümmeti
Bundan on beş sene kadar evveldi. Yani 1968’lerde bir gün,
öğretmen Sabahat Emgen Hanım’ın arkadaşı olan bir edebiyat hocası,
talebelerinden bir defter getirmelerini istemiş, çocuklar da, iki
gün içinde, hocalarının bu isteğini yerine getirmişler. Ancak bir
Yahudi kızı devamlı olarak eli boş geliyor ve her seferinde de
mazeret ileri sürerek, aklı sıra, hocayı idare ediyormuş. Fakat,
hâli vakti yerinde olan kızın, her gün bir çeşit uydurma laflar ile
geçiştirmesi, öğretmeni iyice tedirgin ettiğinden, nihâyet bir gün:
‘’Ya sınıfa defterle gelirsin, yâhut hiç gelemezsin!’’ demeye
mecbur etmiş.
Ancak, günler boyu türlü türlü yalanlarla kızın âsâbı yorulmuş
olmalı ki, öğretmenin tehdîdi karşısında sıraya kapanıp ağlarken:
‘’Ne yapayım, Moiz’in dükkânı on gündür kapalı…’’ deyivermiş.
Kızın bu îtirâfı, hocayı dehşetle karışık hayrete düşürmüş.
Demek ki bir Yahudi, aç ve çıplak dahi kalmış olsa, bir ırkdaş,
bir Moiz bulamadı mı, en mübrem (vazgeçilmez) ihtiyaçlarından dahi
vazgeçmeyi ve her kahra göğüs germeyi, îmânının îcâbı bilerek, çile
ve meşakkatleri, ibâdet şevki ile karşılayabiliyor.
Ey Muhammed Ümmeti!
Üç yüz yıl dünyaya ışık tutan sen, neden şimdi karanlıklardasın?
Neden elindeki meşaleyi söndürüp kazım fecirlerin (güneşin
doğuşundan önce görülüp kaybolan aydınlık) yalancı aydınlığına
muhtaç olmaktasın?
Sen uyanırsan, dünya da uyanır. Hem de beşerî-ilâhî bir muvâzene
(denge) ile. Artık, tek kanatla uçmak sevdasından baş çevir. Senin
gaflet, cehâlet ve rehâvetindir ki, dünyayı rehbersiz bıraktı.
İsevî’yim, diyen de; Musevî’yim diyen de, peygamberlerini
utandıran kavimler olmaktan kurtulamadılar.
Ya sen? Ne yazık ki, sen, yani biz de, öyleyiz. Bize tevhid ehli
demek, Muhammedî ahlakı, bir kenara itmiş olan biz gafillere, âhir
zaman Peygamberi’nin ümmeti demek ne mümkün?
İsevîsi de Musevîsi de, ikilik çıkmazında bocalayadursalar da,
bir derece mâzur sayılırlar. Zîra peygamberleri de, kitapları da,
zaman ve menfaat sislerinin içinde, hayalleşip, mevcut-nâmevcut
arası bir efsane hüviyeti ile dondurulmuşlar. Din adamlarının
keyfince kalıptan kalıba aktarılmışlar.
Müdâhale üstüne müdâhale görmüş, ne İncil, İncil’dir, ne de
Tevrat, Tevrat’dır…
Ya sen, Müslüman geçinen, sen, tek harfi dahi tahrife uğramamış
Hak kelâmı, bu tevhid çerâğını (mum, kandil) beşeriyete getiren
peygamberinin yolunda yürüyüp dünyayı aydınlatacak yerde, kendini
niçin ondan mahrum edip karanlıklarda kalıyorsun?
Ayıp değil mi sana? Yazık değil mi, günah değil mi, senin gibi
ahir zaman Resulü’nün ümmeti olarak doğmuş insana?
Dünyanın da bir başı ve sonu var. O da, evvelâ doğan, sonra ölen
insan gibi, gün gelip son bulacak. Ammâ, kıyâmet-i kübrâdan (büyük
kıyamet) evvel kendini düşün. Düşün de, bir an evvel şu nefsinin
kıyâmetini kopar ki, esâretten kurtulup hürriyete geçesin… Ancak o
zaman Peygamberi’ni utandırmaktan kurtulup, yeryüzünün rehberi ve
meşalesi olabilesin.