Üç dava arkadaşının hikayesi

Tarih 15 Temmuz 2016’ydı. Sıcak bir yaz akşamıydı. Hiç kimse batmakta olan güneşin Türk tarihine şerh düşülmüş bir kahramanlık hikâyesinin sabahına doğacağını bilmiyordu.

Cengiz Gülaç cengizgulac@nethaber.com

Tarih 15 Temmuz 2016’ydı. Sıcak bir yaz akşamıydı. Hiç kimse batmakta olan güneşin Türk tarihine şerh düşülmüş bir kahramanlık hikâyesinin sabahına doğacağını bilmiyordu.

            Erol, oğlu Tayyip’le birlikte Altunizade’deki evindeydi.

            Ne düşünüyordu, bilmiyoruz…

            Şehitler sonsuz nura koşarken ne hisseder, bilmiyoruz…

            Kalbe seslenen İlahi bir emir midir canları vatan uğruna feda ettiren, bilmiyoruz…

            Bildiğimiz, bizler şehitleri ölü zannederiz ama aslında onlar diridirler, Rableri tarafından rızıklanırlar. Şehitler Peygambere komşudurlar…

            O gece, tarihte eşi benzeri olmayan bir ihanetin yaşanacağını Erol ve oğlu Tayyip bilmiyordu. İlk başta gelen haberlere Erol bir anlam veremedi.

            Şehadetle müjdelenmiş bir ömrün emanetçisi olduğunu bilmiyordu.

            Ve sonra anladı Erol, alçaklar yurduna göz dikmişti. Davasının liderinin hayatına kastedeceklerdi.

            “Siper et gövdeni dursun bu hayasızca akın.” Mısraları ne demekmiş, bildi…

            Erol, vakit durmak vakti değildir dedi. Hemen evden çıkacaktı ki oğlu Tayyip de babasıyla gelmek istediğini söyledi. Baba yüreği elvermedi. Gelme oğlum, ne olacağı belli değil dedi.

            Tayyip babasına “Baba sen bu ismi bana saklanayım diye mi verdin?” deyince Erol, adın gibi yaşa oğul demekten başka bir şey diyemedi.

            Köprüden iyi haberler gelmiyordu. Erol vatandaşlara “Bu vatan bizim, kimse bu vatanı bizden alamaz. Köprüde sorun büyük arkadaşlar, orayı almamız lazım.” diyerek direnişi yönlendiriyordu.

            Ülkenin lideri dakika farkıyla saldırıdan kurtulmuştu. İstanbul’a doğru yola çıkmıştı. Telefonla canlı yayına bağlanmış, vatandaşları vatanlarına sahip çıkmaya çağırmıştı.

            Koca bir ülke tarih yazıyordu. Milyonlar birer şehadet fedaisi gibi yurduna siper oluyordu.

            Hiçbir sala o gece binlerce minareden okunduğu gibi kalbe dokunmamıştı.

            Sabah olmuştu. Belki de Müslüman Türk’ün yurduna güneş hiç bu kadar güzel doğmamıştı.

            Vatanın yüzlerce fedaisi şehit olmuştu. Binlercesi gazi olmanın şerefini, şehit olamamanın üzüntüsünü yaşıyordu.

            Sonra…

            Erol ve oğlu Tayyip de şehadete koşanlar arasındaydı.

            Adını oğluna verdiği lideri Erol ve oğul Tayyip’in cenazesinde gözyaşı dökerken hiçbir acı o günkü kadar kursağında düğüm olmamıştı!

            Konuşmakta zorlanıyordu. Cenazeye katılan binler Rableri bu üç dava arkadaşını cennetinde buluştursun diye dua ediyordu…

            Onlar üç dava arkadaşıydı. İkisi Rablerinin cennetine gitti, diğeri…

            Dava arkadaşı olmak acaba ne demekti?

            Onlar üç dava arkadaşıydı…

            Ölünceye kadar “Ak Davanın” bir neferi olacağını söyleyen kibrin ve nefretin “babacan” bir edayla satıldığı bir dava değildi Erol’la oğlu Tayyip’in davası!

            Onlar üç dava arkadaşıydı…

            15 Temmuz destanını yazan tüm şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyorum. Allah bir daha ülkemize böylesi ihanetleri yaşatmasın.

            Olursa da biz buradayız!

            Çünkü onlar, milyonların kardeşi üç dava arkadaşıydılar…