Ak Parti'nin kara derdi

Pelikanmış, Albatrosmuş, Martı'ymış ben bunları bilmem. İsmini veremeyeceğim üst düzey bir devlet yetkilisi de tanımam, Ankara kulisi de bilmem, gördüğüm tek kulis bir arkadaşımın tiyatrosunun kulisiydi. Ama Taksici Ramiz Abiyi tanırım. Berber Ahmet'i bilirim. Marketçi Tuncay, Postacı Ali, onlarla da konuşurum. Onlar ne diyor biliyor musunuz? Reis kırmızı kalemi eline almalı.

Kazım Köse kazimkose@nethaber.com

Üzerinden yıllar yıllar geçti.

Sanırım en az otuzbeş sene kadar.

Bu nedenle bütün ayrıntıları hatırlamayabilirim.

TRT ekranlarında güzel bir yabancı dizi vardı.

"Bit Pazarına Nur Yağdırma" adında halen bir yerlerde gösteriliyor mu bilmiyorum fakat gösterilmese bile bugün dahil çoğu okurumun Dallas ismini anımsadığından eminim.

Yok yok, oradaki insanların aldatmayla dolu evlere şenlik aşk hikayelerini anlatmayacağım.

Evin genç kızı Lucy nin, babasının petrol kuyularından, fazlaca sevgillerini de. Biraz aileden söz edeyim.

ABD’nin petrol olan her noktasında petrol kuyularına sahip zengin bir aile. Ekonomik anlamda her şey tıkırında.

Bizden örnek verirsek, maddi imkanlar açısından Koç Holding, Sabancı Holding gibi.

İyi de Dallas dizisinin AK PARTİ ile ne alakası var, diyebilirsiniz.

Evet var hemde çok.

Özetliyeyim, dizide imparatorluğun başındaki baba gayet başarılı ve halen yönetim onda.

Ama belli ki, bir süre sonra çoğu zengin Amerikalılar'ın yaptığı gibi işten el çekip, ne bileyim, yatla dünyayı dolaşmayı veya bir çiftlik alıp kendini oyalamayı seçecek. Ailenin iki oğlu da bunun farkında.

Şirketin iki vârisi ne yapmış dersiniz?

Gelecekte holdingin başına geçebilmek için kıyasıya mücadele içerisine girdiler.

Öyle ki, bu mücadelede her şey mübah.

Sonuçta ne oldu tahmin edin.

Tabii ki Çarşambadan gelişi belli olan Perşembe durumu, şirket zor olaylar yaşadı.

Kaçınılmaz son, sorunları çözmek her zaman olduğu üzere imparatorluğu yöneten babaya kaldı.

Diziye göre iki kardeşin dertleri neydi?

Öyle ya, her şey "dert üstü murad üstü" olduğuna göre, böylesine gereksiz hatta yıkıcı bir kısır çekişmenin sebebi de olması lazım.

Nedenini söyleyeyim.

Fazla buldukları kınayı ne yapsak derdine düşmüşler.

Şöyle bir Erdoğan’a bakın.

Partisini kurduğu yılın ertesinde tek başına iktidara gelmiş, girdiği bütün seçimleri kazanmış, özellikle 2015’e kadar olan bölümde Türkiye'ye altın yıllarını yaşatmış, tekaüt olunca evcağızımı alacağım diyenleri henüz memuriyete başladığı yıllarda evlerine kavuşturmuş, ikinci el 124 Murat’a, Renault 12’ye dürbünle bakan insanları neredeyse uçan daire teknolojisine sahip son model otomobillerle buluşturmuş; ülkeyi hemen hemen baştan sona, yalnızca Avrupa ve Amerika’ya giden vatandaşlarımızın görebildiği yollarla donatmış, ortalama 90 kişilik derslikleri 30 lara düşürmüş; sadece ilaç yazdırmak için hastanelerde bir gününü harcayan, parası yoksa oralarda rehin kalan, eğer yatak bulursa sekiz-on kişilik koğuşlarda tedavi olan, hastalandığında ambulans çağırmayı aklına bile getirmeyen halkına beş yıldızlı sağlık hizmeti sunmuş, daha yüzlercesini yazabilirim, bir dünya lideri.

Üstelik bunları, generallerin elini sıkmamak terbiyesizliğini gösterdiği, yüksek yargı başkanlarının gözünün içine baka baka şeriatçı deme aymazlığında bulunduğu, partisinin kapatılmaya kalkıldığı, 367 hukuk garabetinin alındığı, 17-25 Aralık kumpasının tezgahlandığı, e-muhtıranın verildiği, 15 Temmuz darbe girişiminin yapıldığı, bütün dünyanın 2008 ekonomik krizini yaşadığı şartlar altında yapmış.

Tamam hataları da olmuş fakat bana bu dünya üzerinde yaşamış ama hiç hatası olmayan tek bir insan gösterin.

Geçtiğimiz pazar gecesi bütün Türkiye 2 saat 22 dakikalık bir şok yaşadı.

Şoka kimileri mutluluktan, kimileri üzüntüden, kimileri nerede duracağını bilemediğinden girdi.

Ne olmuştu?

Gerçekten çok başarılı İçişleri Bakanı Süleyman Soylu istifa ettiğini açıklamıştı.

Gerekçe neydi?

Görülen sebep istifadan yaklaşık 48 saat önce alınan sokağa çıkma yasağına getirilen eleştiriler.

Görünen dedim, sokağa çıkma yasağı sadece buz dağının su üstündeki kısmıydı.

Ya görünmeyen kısım...

İşte oda Ak Parti'nin kara derdi.

Bakın Ak Parti'nin bir özelliği var.

Türk siyasi tarihinde ilk kez toplumun alt ve orta sınıf kesimini bir yerlere getirdi.

Bu siyasetçiler arasında kendi kasabasında bile çok tanınmayan insanlar, nihayetinde ancak genel müdür makamlarına gelibilecek olan bürokratlar, küçük şirketlere sahip iş adamları da var.

Peki bu insanlara ne oldu?

Belediye Başkanı olmuşlar, Milletvekili olmuşlar, Bakan olmuşlar.

Evet genelde de görevlerini başarıyla yerine getirmişler.

Benim demem şudur, belkide yalnızca dar çevrelerinde tanınacak, bilinecek insanlar Türkiye çapında tanınan beğenilen insanlar haline geldiler.

Kimin sayesinde? Elbette ki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın.

Şimdi bu siyasetçilerin bir kısmı, gayet güzel dönen çarka çomak sokmaya uğraşıyorlar.

Yetmedi, galip gelen takımı bozmak için ellerinden geleni yapıyorlar.

Daha kötüsü, velinimetleri Sayın Erdoğan’ı kendi elleriyle mahfetmeye çalışıyorlar.

Neden? Sadece bencilliklerinden dolayı.

Pelikanmış, Albatrosmuş, Martı'ymış ben bunları bilmem.

İsmini veremeyeceğim üst düzey bir devlet yetkilisi de tanımam, Ankara kulisi de bilmem, gördüğüm tek kulis bir arkadaşımın tiyatrosunun kulisiydi.

Ama Taksici Ramiz Abiyi tanırım.

Berber Ahmet'i bilirim.

Marketçi Tuncay, Postacı Ali, onlarlada konuşurum.

Onlar ne diyor biliyor musunuz?

Reis kırmızı kalemi eline almalı.