Biz Türkler neden evde duramıyoruz

Her yaş her hayat güzeldir. Yalnızca birkaç haftalık özgürlüğünüzden feragat etmemeniz belki de yaşayacağınız onlarca yıldan vazgeçmenize yol açacak. Buna değer mi? Daha kötüsü virüsü taşıyıp yakınlarınızın hayatını kaybetmesine sebep olacaksınız. Özgürlüğünüzden kısa süreli vazgeçmeme uğruna en sevdiğinizin hayatını kaybetmesinin nedeni olmanıza değer mi?

Kazım Köse kazimkose@nethaber.com

Şu genler, çok enteresan şeyler.

Alakaya musakka demezseniz, ben çamaşır makinelerinin programlarına benzeteceğim.

Makineniz nasıl ayarlanmışsa çamaşırınızı öyle yıkar.

Biz insanlar da öyleyiz.

Genlerimiz hangi program üzerinde dizilmişse öyle hareket ederiz.

Ee artık sadete gel dediğinizi duyar gibiyim. Evet ben de geleceğim zaten.

Hani koronavirüs nedeniyle biz Türkler'e evde durun diyorlar ya, hani biz Türkler'de evde durmamak için her şeyi yapıyoruz ya bu durumu genlerimize bağlıyorum.

Tarih boyunca biz Türkler durduğumuz yerde duramamışız.

Yazlık kışlık demişiz sürekli göçmüşüz.

Bazen de iki okyanus arasını at sırtında su yolu yapmışız.

Hatta su yolu yapmayı abartıp, buz da donmuş sudur deyip, donmuş Bering Boğazı üzerinden Sibirya'dan Kıta Amerika’sına geçmişiz.

İşin özeti, biz Türkler durduğumuz yerde duramıyoruz.

Şu sorular üzerinde düşünmenizi istiyorum.

Hayatında hiç fare veya yılan görmemiş insanlar neden bu canlılardan ölürcesine korkarlar?

Diğer bir soru, sivri uçlu bir metal, mesela örgü şişi, bıçak yada makas size doğru tutulduğunda, göğüs bölgenizde neden tuhaf şeyler hissedersiniz?

Bakın bunların sebebi de genlerimiz.

Daha doğrusu genlerimizin hafızası.

İnsanlık tarih boyunca on binlerce kez fare kaynaklı veba mikrobuyla kırılmıştır. Milyarlarca insan, yılan sokmasıyla, milyonlarca insanda ok, kılıç veya mızrak yaralanması sonucu hayatını kaybetmiştir.

Başka söylemle fare, yılan gibi canlılar mızrak, ok ve kılıç gibi sivri uçlu silahlar insanları sadece öldürmemiş onların gelecek nesillerine gen hafızası üzerinden mesajlar göndermesine de sebebiyet vermiştir.

İşte şimdi biz Türklerde gen hafızamızda geniş yer tutmuş iki genetik hikayemiz arasında savrulup duruyoruz.

Bir tarafta yazlıklarla kışlıklarla kalmayıp, bozkırlar arasıyla yetinmeyip at sırtında denizden denize, kıtadan kıtaya göçen ataların bıraktığı genetik mirasın eseri özgürlük ihtiyacı, öbür tarafta, yaşanmış tehlikelerin bakiyesi korunma hissiyatı.

Şu an itibarıyla hangisi galip geliyor dersiniz?

Tamam, yersiz bir soru oldu fakat, ben yinede cevaplayayım.

Yanlış ama elbette ki ve maalesef özgürlük.
Peki, nereye kadar özgürlük?

Büyük ihtimalle beni şeamet tellallığı ile suçlayacaksınız ama cevap vereceğim. Yaşanmış tehlikelerin bakiyesi, korunma hissiyatı kapınızı çalana kadar.

İyi de değer mi?

Her yaş her hayat güzeldir.

Yalnızca birkaç haftalık özgürlüğünüzden feragat etmemeniz belki de yaşayacağınız onlarca yıldan vazgeçmenize yol açacak.

Buna değer mi?

Daha kötüsü virüsü taşıyıp yakınlarınızın hayatını kaybetmesine sebep olacaksınız.

Özgürlüğünüzden kısa süreli vazgeçmeme uğruna en sevdiğinizin hayatını kaybetmesinin nedeni olmanıza değer mi?

Evet, buda gereksiz olacak fakat cevap duyacağım, hayır değmez hem de hiç değmez.

Özetlemek gerekirse, şuan ciddi bir tehlike içerisindeyiz; ama bu tehlike iyi ya da kötü sonuçla geçici.

Bunlar doğru.

Doğru olan başka bir şeyse, korona salgınının faturasını hepimizin ödeyeceğidir.

Tamam, biz Türkler durduğumuz yerde duramıyoruz.

Eyvallah, bununda sebebi genlerimiz. Ama şimdi durum kritik.

Şimdi genlerimize gem vurma zamanı.